Kimden duyduğumu, nerden öğrendiğimi, bunun için
neler yaptığımı adım adım hatırlıyorum. Hayallerimi gerçekleştirmek için geçen
süre biraz uzun sürsede o süre uzadıkça benim için hayallerim daha da kıymetli
oldu. Bir sonraki aşama için her beklemem gerektiğinde sanki heyecanım daha da
arttı. Tabi ben şanslı olanlardanım ki otobüsteki yolculardan biri olmayı
sonunda başardım. Yola çıktığınızda zorluklar olacağını tahmin ediyorsunuz ama
bazen daha da zorlarını yaşıyorsunuz. Haliyle çok güzel anılar biriktireceğinizi
de tahmin ediyorsunuz o da oluyor ama daha da güzelleri gerçekleşiyor. Madem en
güzel anılar dedik kısaca bahsedeyim de bu yolculuktan.
Anıtkabirde törendi Kırklarelinde yemek, eğlence
derken sınır kapısını geçip sabaha Sofya’ya vardık. Sofya ve arkasından vardığımız
Bükreş benim için ısınma turları niteliğindeydi. Bu ısınma turlarından sonra en
sevdiğim ve hala aklımda yer eden Gallert Tepesi-Budapeşte’deydik. Budapeşte'den
yola çıktık Viyana kapılarına dayandık baktık ki yine bir Avrupa görkemi var bu
şehirde. Sanırım “ben bir sanat şehriyim” diye bana sesleniyordu Viyana. Ee bir
de dünyanın en ünlü cafesinde arkadaşlarınızla kahve içip tatlınızı yediyseniz
daha güzeli olmaz değil mi?:)
Milka'nın ineklerle olan reklamlarının nerede
çekildiğini hep merak etmiştim merak etmekle kalmamış görmek de istemiştim.
Sanırım o kadar çok istemişim ki nihayet Füssen’de görebildim. Orda yaşayan
Türklerin misafirperverliği ile burası çok güzel bir yer oldu benim için.
Görkemli şatoları, yemyeşil doğası
inanılması güç havasıyla beni çarçabuk etkiledi. Alp dağlarından gelen oksijeni
içime çekmemle beni çarpması bir oldu.
Peki Adım başı bir Türk mü görmek istiyorsunuz o
zaman Prag'a alalım sizi:) Prag'ın gecesi de gündüzü de ayrı güzeldi. Saat
Kulesi, Prag Kalesi de görülmeye değer. Almanya’nın Füssen'inden sonra Berlin
beni çok açmadı maalesef. Soğukluğu ve griliğini hissettim galiba. Bremen bile
o küçük sevimli tavrıyla beni daha çok etkiledi. Tabi Bremen Mızıkacıları
heykelinin küçük olmasına ne kadar şaşırdığımı söylemiyorum bile:) Küçük sakin
Bremen'den sonraki durak Amsterdam oldu. Haliyle biraz çarpıldım bu durumdan
ama alışmam pek zaman almadı. Amsterdam'ın sokakları, müzeleri gezmeye
doyamayacağım güzellikteydi. Bir de burası Van Gogh eserlerinin her türlü
hediyeliğini görebileceğiniz bir yer. Paris'e az kalmışken önceki durağımız
Brüksel/Brugge'du. Fakat burdaki şiddetli yağmur gezintimizi oldukça kötü
etkiledi. Ne yazıkki burda hatırladığım tek şey yağmur:(
Bunları unutturacak şey ise sonraki durağın Paris
oluşuydu. Paris'in Eiffel’ini demir yığını olarak görenlere serzenişle
başlayabilirim ve buna verilecek cevabım çok belli:) Hele ki ordan Paris'e
bakmak bambaşka. Sokaklarını, restoranlarını, vitrinleri süsleyen zarif
kıyafetlerini, Şanzelize Caddesini, Louvre Müzesini, macaronlarını da unutmam
mümkün değil. Artık Paris'ten sonra kemiklerimizin ısınma vakti gelmişti.
Madrid ve Barselona sıcak insanlarıyla , sokaklarının daha hareketli olmasıyla
kendini bana yakın hissettirdi. Fransa'nın sınırlarına yine girdik burdan
sonra. Cannes'dan, Nice'den ve Monte Carlo'dan tadımlık birkaç saat yaşadıktan
sonra hayallerimin şehri Venedik'e az kalmıştı. Dar ama birbirinden farklı
güzellikleri barındıran sokakları, rengarenk maskeleri, gondolları, şehrin
farklı köşelerinden yayılan pizza kokuları ve buna eşlik eden müzikleri ile
hayallerimi süslemeye devam eden bir yer oldu Venedik. Aslında genel anlamda ben
İtalya'yı çok sevmiş olmalıyım. Roma, Floransa, Pisa, Milano, Pompei...
İtalya'dan Yunanistan'a yaptığımız gemi yolculuğu da oldukça keyifliydi.
Kapanışta malum olduğu üzere Selanik vardı. Burda uzun uzadıya gezemedik ama
Atatürk'ün evini ziyaret etmek çok mutluluk vericiydi. Selanik'ten sonrası
vatan topraklarına giriş için sınır kapısına ulaşmak oldu.
Ne mutlu
ki “bu hayatta yaptığın en güzel şey ne?” sorusuna verilecek bir cevabım
var artık. Gerçekten isteyen herkes bu yolculukta yer alabilir ama asıl mesele
gerçekten istemek. Herşeyde olduğu gibi...
Nur Sağıroğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder