Benliğinden
İçe ve Dışa Yolculuk: Gençlik Otobüsü
…“Zaman ve
mekan kavramının yitirildiği ya da yeniden farklı tanımlandığı kırk günlük yeni
bir yaşam platformuna konduğunuzu düşünün”…
İnsanın kendini ve
dış dünyayı gerçekten düşündüğü ve hissettiği gibi tanımlayabilmesi için bazen bulunduğu
noktadan uzaklaşması gereklidir. Bu bahsedilen noktadan uzaklaşma eylemi sahip
olduğu kimliklerden uzaklaşmasıyla
mümkündür çoğu kez ve bu eylemi gerçekleştirebilmek her zaman o kadar da kolay
değildir ve bu proje bu eylemi gerçekleştirebilmek adına benim için bir kapı
olmuştur.
Gençlik Otobüsü Projesi’nin
benim hayatıma nasıl bir dokunuşta bulunduğunu, bu süreç ile kendi içime çıktığım yolculuğun bende
oluştruduğu değişimleri (ve bu değişimlerin hayatımda yarattığı zincirleme
değişiklikler), farkındalıkları öz bir tanımla ancak bir metafor üzerinden
anlatabilirim; mekan ve beden.
Beden ve mekan bir
diyalektik halde işleyen bir makinenin dişlileri gibi birbirini yoğurur, inşa
eder tekrar ve tekrar. Diğer yandan insan, mekana da bağlıdır, ondan etkilenir
ve onu etkiler. Lynch’in de dediği gibi “İnsan, sadece iyi düzenlenmiş bir
çevreye değil, aynı zamanda şiirsel ve sembolik yerlere de ihtiyaç duyar”. Yani
mekanın da bir kimliğinin olmasına ihtiyaç duyar. Bu noktada asıl soru şu
ki günümüzde dönüştüğümüz kimliksiz
varlıklar olan biz, kimliği olan mekanlar yaratabiliyor muyuz yoksa bu tekrar
eden düzen arasında görünmeyen
duvarlarla kapatılmış hareket eden kutular içinde kendi varlığımızın anlamını da yok etmeye
başlıyor; diğer bir deyişle arzuluyor, tüketiyor kapitalist düzen içinde belki
istediğimiz hayatı özgürce yaşıyor ama bizi bunlara istemeye ve arzulamaya
azmettiren nedenlerin belki de tıpkı “İnception” filmindeki gibi toplumun ve
iktidarın hegemonyasının zihinlerimize bizi bunlara arzulamaya ve istemeye
dönük ekilmiş fikrini mi hayata geçiriyorduk farkında olmadan?
Yukarıda bahsedilen
durumun reaksiyon verdiği durumlar da söz konusudur bazen. Çünkü insan bilinç altında
özüne dönme isteği duyar ; devrim niteliği taşıyan olaylar bu durumun sonucudur
ve tepki olarak doğar. Değiştirme, bozma isteği de insanın bu arayışından
doğar. Tarihsel sürece bakıdığında, tüm akımlar da hep bir öncekine tepki
olarak bir arayışın sonucu olarak ortaya çıkmış; sanatta, kentte, sosyolojide
yansıma bulmamış mıdır zaten. Ancak ilginçtir ki insan ürettiği her yeni
değişimde biraz da geçmişe dönmeyi tanımlayan anılarını da içinde barındırmış ve
sanki eskitilmiş, unutulmuş veya unutturulmuş bir şeylere özlem duyar gibi
dayatılana karşı çıkma ve özbenlğine geri dönme ihtiyacı duymuştur. İnsanın
kendi içinde bunu en iyi hissetiği zamanlardan biri de, kaçma, bilmediği bir
kentte tanımadığı insanlara karışma isteği duyduğı zamanlardır. Çünkü ancak o
zaman belki insan, kısmen de olsa normlardan birazcık uzaklaşabilecek,
benliğiyle konuşabilecek; kat kat üzerine giydiği kabukları üzerinden
dökebilecek ve “normun” dayattığı
insanın kendine ve diğerlerine olan yabancılaşma hissini ortadan atabilecek
yani “groteskleşebilecektir”.
Tüm bahsedilen
durumları tanımlamama ve benliğimdeki dönüşüme yardımca olan Gençlik Otobüsü
Projesi Yolculuğunu’nu bu anlatılanlar doğrultusunda açıklamam yerinde
olucaktır.
Birbirini daha öne
hiç tanımayan 50 kişi ile birlikte kısıtlı bir bütçe ile 40 gün boyunca otobüs
ile daha önce gitmediğiniz yerleri gezebilme şansı elde ettiğiniz bir yolculuk
düşünün. Zaman ve makan kavramının yitirildiği ya da yeniden farklı
tanımlandığı kırk günlük yeni bir yaşam platformuna konduğunuzu…
Her biri
birbirinden farklı elli insan aslında bir toplum, otobüs ise bir yaşam alanını
(kent-kır-ev sürekli değişen, bir yandan da aynı anda hepsini ifade eden) ifade
etmekteydi. Yani bu, belirtilen 40 günlük süre zarfı içinde birbirini
tanıyarak, birbirine uyum sağlamaya çalışarak ve zamanla iş bölüşümü ve
paylaşımın bu yaşam alanına dahil edildiği, hem yerleşik hem de göçebe bir
hayatın prototipi demekti.
Önce herkes sahip
olduğu bir kimlikle geldi, birbiriyle tanıştı; adaptasyon süreci yaşadı
birbirine ve bulunduğu mekana (otobüse). Birbirinden farklı mesleklerde,
kültürel altyapıda veya farklı yaşlarda hatta farklı mesleklerde onlarca insan
bulunuyordu ancak farketti ki insan, burada kimin ne iş yaptığının artık bir
önemi kalmamıştı. Otobüsün dışarısı yabani ve yabancı bir dünya; otobüsün
içiyse tıpkı bir ev gibi güven veren aidiyet hissini sana aşılayan bir dünyayı
sembolize ediyordu. Ev denilen şey, mekansal açından yerleşik bir şeyi ifade
eder; dışa dünya stabildir ancak bu kez her gün değişen mekanlar ve insanlar
arasında hareket eden bir dünya mevcuttu. Otobüsün içindekiler başta yabancıydı
belki ama kısa bir süre sonra tanıdık olan ve kendini ait hissetiğin bir toplumun
parçalarına dönüşmüştü. Yemek yemek, bulunduğun yeri temiz tutmak gibi bir
topluluğun gereklilikleri, iş bölüşümünü
ve paylaşımı da beraberinde getirmiş; meslekler bazı ihtiyaçlar dışında
anlamını yitirmişti; herkes eşitti. Hasta olan olduğunda ilaç, acıkıldığında
yemek paylaşılıyordu. Ufak bir alanda, hem uyumak, hem yemek yemek, hem sohbet
etmek gibi her ihtiyacı aynı alanda yerine getirmek durumundaydınız yani “temas
etmek” kaçınılmazdı. Otobüs hem özel alan hem de bir kamusal alandı artık. Bir
konserveden birden fazla insan yemek yiyebiliyor ve ilginç bir şekilde
“hijyenik beden” bunu sorgulamadan doğal bir akış içinde yerine getiriyor;
kimse bu durumun iğrençliğinden bahsetmiyordu. Temas ederek uyuyor,temas ederek
yemek yiyor, temas ederek sohbet
ediyordu herkes. Bedene ait sıvının ve duyguların gözenekli bir beden halinde
akışı halinde bir dolaşım söz konusuydu. Yani bedenler kamusallaşmış, groteskleşmişti
artık.
Öbür yandan bir de
bilinmeyen dünya vardı; otobüsün dışarısı. Daha önce görmediğim bir kentte,
tanımadığım ve beni tanımayan insanlar arasında, bu yolculuğa kadarki sahip
olduğum sorumluluklarım olmadan, farklı bir zaman tanımı içinde “yalnız bir
göçebe” gibi hareket ediyordum. Tıpkı bir fermuaru açar gibi üzerindeki kabuğu
söküp attığını ve personalarından sıyrıldığını hissedercesine hareket ettiğini
hissediyordu bedenim ve ruhum. Yeniden tanımlanmış başka bir kimliğim vardı elbet
otobüste ama otobüsün dışına çıktığımda ondan da sıyrılabiliyor bir başka
personamı da söküp atabiliyordum. Beden taşıyor, bu kez groteskleşmenin başka
bir halini de otobüs dışındayken yaşayabiliyordum. Sahip olduğum maddi ve
manevi her şeyi, tecrübelerimi ve birikimlerimi zihnimde başka bir boyutta
yeniden tanımlama sahibi olmuştum. Tıpkı karnavallarda olduğu gibi bedenimin
özü kendini dışa vurmuş, tüm duyularım açık halde hareket edebiliyordum.
Mekanik ve kapalı beden gözenekli bir bedene dönüşmüş ve kendini sanki yeniden
var etmiş gibiydi. Yeniden tanımlanan
zaman geldiğinde, yani otobüse dönüldüğünde, burada sahip olduğum başka bir
kabuğu sırtıma geçirerek yeni kimliğimle groteskleşmiş topluluğuma geri
dönüyordum.
Kırılma noktası
yolculuk bittiğinde olmuştu yani eski hayatıma geri döndüğümde. Çünkü otobüsten
ayrıldığım andan itibaren sanki kabukları kat kat yeniden üzerime geçirmiştim
ve üzerime yapışmış gibi, söküp atma şansı dahi göremiyordum. Ama değişen şey
bu kabukların altındaki özbenliğimdeki değişimler olmuştu; aslında bir nevi
sıkışıklık ve patlama hissiydi bu. Siz kendinizi yeniden tanımlamıştınız belki
ama bulunduğunuz hayat, içnde bulunduğunuz toplum normları ve kent üzerinize
geçirdiğiniz kabuktan dışarı çıkma imkanı vermiyor ve siz eskiden üzerinize
yapışmış olan kimlikle hareket etmek zorunda bırakılıyordunuz.
Evet bazen toplumun
getirdiği bu baskının sonucunda kendi varlığını tanımlamak ve tanımladığın
halde onu hayata geçirmek oldukça zordur yukarı da belirttiğim gibi ama burada
en önemli adım da zaten “farkındalık”tır. Bu proje bu farkındalığa sahip
olmamda, hayatım adına önemli bir adım atmama vesile olmuştur. Siz sadece, yeni
gördüğünüz kentler adına bir tecrübe sahip olmuyordunuz; birlikte hareket
ettiğiniz ufak bir topluma da nasıl adapte olunurun getirdiği deneyimlere de
sahip olmuş oluyordunuz. Nitekim döndüğünüzde de yaklaşık altı hafalık süreçte
oluşturduğunuz güzel ilişkileri de devam ettirdiğinizi fark ediyorsunuz.
Sonuçta “birini tanımak için ya aynı eve çıkacaksın ya da yolcuğa” şeklindeki
sözün de anlatmaya çalıştığı şey de tam olarak buraya itafen.
Bazen
güzel deneyimler, güzel zorluklara ilaveten gelir. Tercih etmek veya etmemek
elbetteki kişinin kendi elinde ama; öze ulaşmak hiçbir zaman kolay yolla
olmamıştır diye düşünmekteyim.
Şebnem Kayhan