19 Mayıs 2010 Çarşamba

Gençlik Otobüsü - BİR SLOGANLA BAŞLAYAN SERÜVEN

 BİR SLOGANLA BAŞLAYAN SERÜVEN


 “Gençlik Otobüsü”nden İstanbul metrosunda gördüğüm bir afiş sayesinde haberim oldu. “En güzel sloganı  yolla Avrupa’yı ücretsiz turla.”, “52 gün boyunca 20 ülkeyi bedava gez.”  gibi ifadeleri görünce kuzenimle slogan gönderip şansımızı denemeliyiz diye düşündük. Eğer seçilirsek hayatımızın fırsatı olacaktı. İnternetten araştırmaya başladık. Slogan yarışması 31 Mayıs’ta sona erecekti, zaman daralıyordu ve ben hala bir slogan bulamamıştım. Yarışmanın bitmesine 1 hafta kala slogan düşünmeye başladım ama bulduklarımın sıradan olduğunu düşünüp göndermiyordum. 2-3 gün kala bir slogan yazdım, sonunda içime sindi ve gönderdim. Slogan yarışmasında sayı sınırı yoktu ve ben sadece bir tane slogan gönderebilmiştim. Bana kalırsa şansım çok düşüktü ama sloganımı beğenme ihtimalleri de vardı tabi. Ama final dönemindeydim ve derslerime odaklanmam gerekiyordu. Sloganımı gönderdim, “ya seçilirsem” diye hayal kurdum ve ders çalışmaya devam ettim.


Ve okuldayken telefonum çaldı. 0 312 alan kodlu bir numara arıyordu. Şaşırdım ve telefonu açtım. O gün beni 4 kez daha aramışlar ama sınavda olduğum için görmemiştim. Telefondaki ses, sloganımın seçildiğini ve pazartesi mülakat olacağını söyledi (ki o Burak’tı J); gelip gelemeyeceğimi sordu. O heyecanla gelirim dedim ama pazartesi son finalim vardı ve de ailemin daha olan bitenden haberi yoktu. Akşam aileme durumu anlattım, uzun uzun projeden bahsettim, çok büyük bir fırsat olduğunu ve mülakata gitmem gerektiğini söyledim. Sonunda ikna oldular ama finalden çıkıp mülakata yetişme şansım zordu. Ertesi gün MCD’yi aradım ve durumu anlattım. Benim durumumda 17-18 kişinin daha olduğu söylendi ve yardımcı oldular. Mülakatım akşama ertelenmişti. J

Mülakatta neyle karşılaşacağımı bilmiyordum ve Ankara’ya yaklaştıkça heyecanım katlanıyordu. 300 kişi mülakata girecekti ve yalnızca 30 kişi seçilecekti. Rixos Otel’e girdim, mülakat yerini buldum ve verilen formu doldurup beklemeye başladım. Mülakat 20 kişilik gruplar halinde yapılıyormuş. Bu 30 kişi psikodrama yöntemiyle seçilecekmiş ve mülakatın her saniyesi videoya çekilecekmiş. Odaya 18 kişi birden alındık. Kocaman spot ışıklarının altında, büyük kameralar eşliğinde bir mülakat geçirdik.

Mülakat sonuçlarının açıklanacağı gün durup durup telefona bakıyordum.  Telefon rehberime ajansın telefon numarasını kaydetmiştim. Kardeşim her telefon çalışında MCD arıyor diyordu ve ben de her seferinde kanıyor, heyecanlanıyordum. J Bir yandan da internetten takip ediyordum. Vee telefon çaldı J Burak bir iyi haber daha veriyordu J Mutluluktan konuşamadım ve kısa kısa cevaplar verdim. MCD’de ertesi hafta bir toplantı yapılacakmış ve ilk etapta gerekli belgeleri toplamamız gerekiyormuş. Ben 2 günde dedikleri bütün belgeleri topladım hatta pasaport başvurusu bile yaptım ama hepimize gri pasaport çıkarılacağı için boşu boşuna uğraşmış oldum.

Toplantıdan sonra bir de gri pasaport başvurusu için Ankara’ya gittim ama kendi çıkardığım “KIRMIZI PASAPORTUM”  (:P) gelmediği için 1 gün daha Ankara’da kaldım. Ertesi gün gri pasaport başvurumu da hallettikten sonra İstanbul’a dönüp hazırlıklara başladım. Artık hepimiz yola çıkacağımız günü bekliyorduk ki bir bir sebepten gezinin ertelendiği söylendi. Hepimizin morali bozuldu çünkü dönüş tarihi sabit kalacaktı ve ülkeler azalıyordu. Bir gün Maksut Hoca programın bir sonraki döneme ertelenme ihtimali doğduğunu söyledi. Ama bunu söylerken bile kesin konuşmuyordu.

Bu olaydan 2 gün sonra Maksut Hoca’dan yeni bir mesaj geliyordu; otobüs ve şoför probleminin çözüldüğünü, yalnızca konaklama probleminin devam ettiğini ama onu da çözmeye çalıştıklarını söylüyordu. Bu kadar erteleme ve iptalden sonra bu mesaja sevinemiyorduk bile. Ama ben inanıyordum bu gezi bir şekilde olacaktı ve çok eğlenecektik.
Son mesajdan 1 gün sonra artık yola çıkış tarihi bile belliydi. 3 Ağustos’ta Ankara’dan hareket edecektik. Bir ertelenmeyi daha kaldıramazdık. O yüzden hiçbir şeye kesin bakamıyorduk artık. Yola çıkana kadar, hatta sınırı geçene kadar, bu kuşkumuz sürecekti. Ama iş yavaş yavaş ciddiye de biniyordu. Yaka kartı hazırlanıyordu, alınacaklar listesi yapılmıştı ve en geç 1 Ağustos’ta Ankara’da olunmamız isteniyordu (:

Yola çıkmadan önceki gece Ankara’da 4 yıldızlı bir yurtta kaldık. O gece toplantı yapılacaktı ama otobüs giydirmesi bitmediği için toplantı yapmadık. Otobüsümüz yurdun önüne geldiğinde ne yapacağımızı şaşırmıştık. Otobüsümüz mükemmel görünüyordu. Asistanlarımız Alp ve Şükrü’nün eseriydi. Hepimiz çok beğenmiştik ve ıslık çalıp alkışlamaya başladık J Aşağıya inip Maksut Hoca’nın getirdiği eşyaları otobüse yerleştirmeye yardım ettik. Eşyalar taksi taksi geliyordu. Bir yandan da davullar çalınıyordu. J Sonra valizlerimizi de yükledik ve otobüsümüz yola çıkmaya hazırdı.

Ertesi sabah herkeste bir telaş vardı. Sonunda gidilecekti. Kahvaltının ardından yola çıktık. Anadolu Ajans’la röportaj yapıldı. O gün haberlere de çıkmışız ama hiçbirimiz göremedik tabi. Lüleburgaz’da Hedef Allianz sponsorluğunda karınlarımız da doyduktan sonra İpsala sınır kapısına doğru yola çıktık ve Avrupa gezimiz resmen başlamış oldu J
Rotamız şöyleydi; Selanik, İgoumenitsa, Bari, Roma, Pisa, Floransa, Venedik, Paris, Brüksel, Amsterdam, Berlin, Prag, Viyana, Budapeşte, Bükreş ve Bulgaristan üzerinden Türkiye’ye dönüş. 52 günlük gezimiz birtakım nedenlerden dolayı 20 güne inmek zorunda kalmıştı ama yine de 12 ülke görecektik ve proje çalışmalarımız olacaktı. Bu bize hem deneyim kazandıracaktı hem de yarın öbür gün iş başvurusu yaparken bizi birçok insanın önüne geçirecekti.

İlk durağımız Selanik’ti. Öncelikle Ulu Önderimiz Atatürk’ün doğduğu evi ziyaret ettik. Ziyaretin ardından otobüsümüzün yanına kordona gittik, konservelerimizi yayıp piknik yaptık ve yol kenarındaki çeşmede saçlarımızı yıkadık J İlklerimizi yaşamaya başlamıştık bile. Daha sonra Türk konsolosluğundan bize yardımcı olmak için gelen zırhlı jeep sahibi zat ile birlikte kahve tanıtımı yapmak için araç gereçlerimizi yüklenip tıkış tepiş Ata’mızın evine geri döndük.
Oradaki işimizi bitirdikten sonra Selanik Kalesi’ne doğru küçük bir tur yapıp İtalya yollarına düştük.
Gemi yolculuğumuz eğlenceliydi. Küçük bir proje çalışması yaptık. Konu serbestti biz de eğlenceli bir şeyler yapalım dedik ve şiveleri ele aldık. Daha sonra geminin konferans salonunda herkes düşündüğü projeleri anlattı. Kimse proje yapmayı bilmiyordu ve bu sadece bir denemeydi.
Gemi yolculuğumuzun ardından Bari’deydik. İtalya sınırlarına girip Pizza tatmamak olmazdı. Yemek için biraz dolandıktan sonra meydanda ilk gördüğümüz pizzacıdan almaya karar verdik. Pizzalar çok lezzetliydi. Dilim dilim satılıyordu ama tek dilimi bile doyurucuydu. Bari’de çok fazla vakit geçirme fırsatımız da yoktu zaten. Roma yollarına düşmeliydik.
Roma’ya sabah saatlerinde vardık. Otele giriş saatimiz gelene kadar ihtiyaçlarımızı görecek bir yer aradık. Cafeler artık bizi tuvaletlerine sokmuyorlardı. E onlar da haklıydı tabi 3 kişiye izin verse yarım saatte 30 kişi oluyordu :D Yine de biz bir çaresini buluyorduk tabi. Otelimize girişimizi de yaptıktan sonra Roma keşfedilmeye hazırdı. Avrupa gezimiz boyunca bir tek Roma’yı tam anlamıyla gezebilmiştik. Zaten gezdiğimiz şehirler içinde en güzeli Roma, ülkeler içinde ise en güzeli İtalya’ydı. Roma’ya gidip Vatikan’ı görmemek, Aşk Çeşmesi’nde dilek dilememek ve Roma dondurmasını tatmamak olmazdı. Eğer güzel bir dondurma yemek istiyorsanız Aşk Çeşmesinin sol tarafındaki dondurmacıdan almanızı öneririm J
Roma’da geçirdiğimiz güzel 2 günün ardından Pisa’ya doğru yola çıktık. Pisa’da katedral ve Pisa kulesi dışında pek gezilecek yer yoktu. 4 arkadaş birleşip Pisa Kulesi’nin karşısındaki 4 tekerlekli bisikletlerden kiraladık ve bisikleti dönüşümlü olarak 4ümüz de sürdük. Ara sokaklara, ters yollara girdik, yolda asistanlarımız Burak ve Seçil’le karşılaşıp onları da gidecekleri yere bıraktık hatta abartıp kocaman bisikletle Pisa kulesinin yanına kadar girdik. Şehir gezimizde bisikletle girdiğimiz ters yollardan birinde  karşımıza motosikletli bir teyze çıkıp sert bir dille ters yolda olduğumuzu söyleyip bizi yola getirmeseydi daha da ters ters giderdik sanıyorum ki. Pisa’dan ayrılıp Floransa’nın yolunu tuttuk.
Aynı günün akşamı Floransa’daydık. Floransa’nın hiçbir yerini göremedik zaten. Rönesans döneminden 3-5 heykel ve Santa Maria del Fiore’nin (bilinen adıyla Duomo) dış mimarisini görebildik. Başka da bir şey yapamadan Venedik yollarına düştük.

Ertesi gün Venedik’teydik. Şehrin sokakları daracıktı. Kollarınızı 2 yana açmaya kalkarsanız başka birinin yanınızdan geçmesine olanak yoktu. Venedik adacıklardan oluşan bir su şehri olduğu için saltanat kayığına binmekten başka yapılacak bir şey yoktu. Kayık fiyatları ise standart 100 euro. Bizim sorduğumuz adam pazarlığa yanaşmadığı için hepsi öyle sanıp binmedik ama 70 euroya indirip binen arkadaşlarımız olmuş; sonradan öğrendik.

Avrupa gezimiz boyunca geçirdiğimiz en güzel gecemiz de kuşkuşuz Prag’dı. 5-7 kişilik apartlarda kaldık. Mutfağımız çok güzeldi ve o akşam yemek yaptık. Sanırım o gün yediğim menemenle makarnayı bir daha hiçbir yerde yiyemeyeceğim J  Şehir gezimize dönersek ünlü saate gittik fakat 1 kere çalıştığını görebildik onun da ancak sonuna yetişebilmiştik. Ertesi gün 2 saat üst üste bekledik fakat (yağış nedeniyle sanırım) saati çalıştırmadılar, yalnızca çan çaldı. Eğer Prag’a gidip saati izlemek dışında bir şey yapmak isterseniz kesinlikle saat kulesine çıkıp manzarayı görmenizi tavsiye ederim. Hem de 5 euro gibi bir fiyata çıkılabiliyor.

Bir de kesinlikle meydanda kurulan tezgahlardan birinde satılan waffle tarzı  tatlıyı denemelisiniz. İncecik hamuru sac gibi bir şeyin üzerinde pişiriyorlar ve içine çikolata, muz veya hangi malzemeyi seçerseniz ondan koyuyorlar ve sıcak olduğu için kalın bir kartonla veriyorlar. Her malzeme için ekstra ücret alıyorlar ama bu lezzete değer.

Bir sonraki durağımız ise Viyana’ydı. En çok da orada eğlendim. Sabahki kültür pazarı ve akşam gittiğimiz Luna Park’tan aldığım tadı anlatmam imkansız J Otobüs şoförümüz ve sevgili asistanımız Utku Bey sayesinde Luna Park’ta bindiğimiz alette ekstra ıslandık, ekstra döndük ve ekstra eğlendik J Buradan kendilerine teşekkürlerimi sunuyorum J Paris Disneyland’da bile bu kadar eğlenmemiştim.

Gezinin en garip ama eğlenceli bölümü de Budapeşte’ydi. Aksiliklerle  başladı ama en güzel anılar da orada yaşandı. Öncelikle konaklamak için gittiğimiz otel çok kötüydü. Yataklar temiz olsaydı yine kalınırdı ama onlar da çok kirliydi. Tam yataklarımızı yapmaya çalışıyorduk ki o gece otobüste kalacağımızın haberi geldi. Bizim için otobüste yatmak sarayda yatmak gibi olmuştu zaten o kadar alışmıştık ki artık rüya bile görüyorduk. J

Sabah kalktığımızda da Budapeşte’nin Türklerden kurtuluş şölenini görmeye gittik. Taşlamasınlar diye fark edilmeden aralarından çıktık :P Karnımızı doyurmak için otobüsümüzün yolunu tuttuk. En büyük kutlamaları olduğu için her yer kapalıydı. Açık bir market bulup ekmek, domates, soğan ve karpuz aldık. Aa bi de sevgili asistanımız Alp elma aldı J koklamaktan, okşamaktan ve öpmekten nasıl ona kıyıp da yiyebildi bilemiyorum J Marketten aldıklarımızı otobüsün yan kaldırımına yaydık ve yol kenarında ziyafet çektik. Bisikletli amcaların meraklı bakışlarını ve yanımızdan geçebilmek için çaldığı kornaları da hiç unutmayacağım J
Gezimiz yavaş yavaş sona eriyordu. Bir sonraki durağımız Romanya’nın başkenti Bükreş’ti.

Bir daha kim bilir ne zaman görüşecektik. Herkes okul ve iş koşuşturmacasına başlayacaktı. Birlikte geçireceğimiz son saatlerimizdi bunlar. 20 günde otobüsümüze, her sabah ayrı şehirde uyanmaya, en önemlisi birbirimize çok alışmıştık. Türkiye’ye döndüğümüzde hepimiz inanılmaz bir boşluğa düşecektik.
Artık gezi sona ermişti ve ülkemize geri dönmüştük. Sabah saat 5 buçukta İstanbul’daydık. İnmek isteyenleri indirdikten sonra otobüs Ankara’ya devam etti. Kalecik Belediyesi’ne teşekkür ettik, emniyette pasaportu olanlar pasaportlarını aldı ve 2. Ayrılık vakti geldi. Gözyaşları eşliğinde vedalaştık ve ayrıldık.
En zoru döndükten sonraki ilk haftaydı. Otobüsteki arkadaşlarım rüyalarıma giriyordu ve rüyalarımda eğlenmeye devam ediyorduk. Ve tüm o yaşadıklarım zihnimde hayal meyal canlanıyordu. Sanki çok uzun bir rüya görmüşüm ve uyanmışım gibiydi. Ama gezinin üstünden 2 hafta geçti ve artık o günleri gülerek, mutlu bir şekilde anıyorum. Gerçekten de bu gezi bir milatmış sanırım. Öncesi ve sonrası bambaşka. Şimdi iyi ki yaşamışım bunları diyorum. Ve bu gezi sayesinde çok şey öğrendim. Bize hangi şartlarda olursa olsun bu imkanı sundukları için tüm MCD ailesine teşekkür ediyorum. Başka “PROJE”lerde görüşmek dileğiyle…
                                                 
       Burcu Bahar Çiçekçi 
yaş:19
                           Doğuş Üniversitesi 
Sanat ve Tasarım Fakültesi
İç Mimarlık 2.Sınıf

7 Mayıs 2010 Cuma

Gençlik Otobüsü - Gezdim, Gördüm, Geldim…

 Gezdim, Gördüm, Geldim…

Gençlik Otobüsü projesinin ilk ortaya çıktığı günden bu yana bu projenin genel sekretaryasını, yazışmalarını, iletişimini yürütmek kadar keyifli ve stresli başka bir şey yoktur sanıyorum.  Bir MCD çalışanı ve bir gençlik uzmanı olarak şunu söyleyebilirim ki, gençlere artı değer katan her projenin ve oluşumun içerisinde olmaktan büyük keyif alıyorum. Gençlik Otobüsü Projesi bunlardan en eğlenceli olanıydı sanıyorum.


Bir gencin en önemli ihtiyacı bence hareketliliktir. Gence yıllarca bilgi yükleyebilirsiniz, onu eğitebilirsiniz. Fakat bu öğrendiklerini uygulama fırsatı vermez iseniz.  Genç sadece bildikleri ile kalır bunları hayatında uygulayamaz.  Gençlik Otobüsü projesi işte bu uygulama ve hareketlilik kavramlarını epeyce içerisinde barındıran, hayatı tanıyabileceğiniz, yaparak, yaşayarak öğrenebileceğiniz, yaşama dair deneyimler kazanabileceğiniz, hayatı paylaşabileceğiniz bir proje…
Bütün projelerde olduğu gibi bu projenin hazırlık aşaması çok sancılı geçti. Çok sıkıntı ve problemler yaşadık. Ama her doğum beraberinde güzel günleri de beraberinde getirir ya. Gençlik Otobüsü projesi de bence bize enerji kattı. Problemlerle başa çıkma, mantıklı düşünme, plan ve program yapmanın önemi, insanlarla iletişim gibi birçok konuda deneyimlerimizin ve bilgilerimizin artmasını sağladı.
Ben ilk defa yabancı büyükelçilerle çok iyi olmayan İngilizcemle bu projede iletişim kurdum. İlk defa insanların isteklerini anlayarak, nasıl tatmin edeceğimi, olumlu netice alabileceğimi öğrendim. İlk defa dayısı defterdar olanın damda paytonla gezebileceğini gördüm.  İlk defa hiç bütçesi olmayan bir projeyi gerçekleştirdik. İlkler hep bu projedeydi sanki…

Otobüs… O gerçekten çok güzeldi. Sarı gelin türküsünü bilirsiniz ya. Aynı o güzellikte ve aynı o edayla salladı bütün Avrupa’yı… Macaristan milli gününde insanların bizi şehirden yolcu edişini izlemeniz gerekirdi. Binlerce insanın otobüse el sallamasını…

Selanik’in ara sokaklarında menekşe kokulu yaz akşamlarının tadını çıkarmak, Akdeniz’in o güzel sularında saatlerce yolculuk yapmak ve ufukta hayallere dalmak, İtalya’da margarita pizza yemek, Trevi çeşmesinde sevdiklerin için dilek parası sallamak, Vatikan’ın kutsal çeşmesinden su içmek, sevdiklerine “Hristiyan aleminin Kabe’sinden selam olsun” diye posta kartı göndermek, İspanyol merdivenlerinde bir kadeh şarap içmek, melekler ve şeytanlar filmindeki bütün heykelleri görmeye çalışmak, Pisa kulesini hep beraber düzeltmeye çalışmak, Bangladeşli satıcılara Pisa’da yardımcı olmak ve onlardan komisyon almak, Rönesans’ın güneşini tüm sıcaklığı ile vücutta hissetmek, sokak sanatçılarına para atmak ve onlarla beraber şarkılar söylemek, görkemli katedrallerin insanlarda sadece korku ve hayranlık oluşturduğunu görmek ve hasır seccadesinde oturan Mevlana’yı anlamak, Osmanlı’ya büyük problemler çıkaran tüm Akdeniz’de egemen olabilmiş Venedik’in küçük bir şehir olduğunu görmek, Venedik’in ara sokaklarında kaybolmadan yol bulabilmek ve şarkılar söylemek, aşkın şehri Paris’in o kadar da abartılacak bir yanının olmadığını görmek, Şanzelize’de burger kingde king royal menü yemek, Behlül’ün odasındaki Eyfel kulesinin aynısını fotoğraf makinesi ile çekmeye çalışmak, Bürüksel’de işeyen çocuğu görmek, Brüksel’in o ünlü meydanında yerlere çiçek dizmek, RedLight’ı sabah akşam merakla gezmek “nerde lan bu kırmızı ışıklar” deyip geceyi beklemek, bisiklet ile Amsterdam’ı gezmek, bisiklet yolunda aval aval durmak, engelli parkuruna oturmak, Berlin duvarına kimse görmeden işemek, Almanya’da yaşayan Türkler’in gücünü görmek, Prag’a aşık olmak, bir apartman dolusu komşu ile bir gün geçirmek, saat kulesinde çıkacak Azrail’i beklemek, turistlere mantıksız showlar yapıp bolca alkış toplamak, Osmanlı’nın alamadığı Viyana’nın bugün Türkler tarafından alınmış olduğunu görmek, sinema festivalinde ballı içecek içmek ve mest olmak, şehir içinde Viyana kuşatmasından geriye kalan sur duvarı aramak, Mozart besteleri dinlemek, Viyana’da Türk kahvesi içip sohbet etmek, Buda ve Peşte manzarasında sigara tüttürmek, Budapeşte’nin Türkler’den kurtuluş gününde Budapeşte’de olmak, Tuna nehrinde enfes havai fişek gösterisini seyrederken İstanbul’u düşünmek, para birimleri arasında devalüasyon yaşamak, Avrupa Birliği’nin bir hikaye olduğunu görmek. Bunlar benimkiler sadece… Bu otobüste 45 genç vardı. Onların yaşadıklarından, deneyimlerinden bahsedemem tabi ki…

Kesinlikle çok faydalı ve dolu dolu bir proje oldu. Bitti mi bitmedi daha 2. si 3. sü olacak, bu proje herkesin güzel anılarla paylaştığı ve herkesin katılmak istediği büyüyen bir proje olacak. Emeği geçen gençlere , yöneticilere, herkese teşekkür ediyorum. Gençlere, anne ve babalarının dahi sunamayacakları böylesine güzel bir fırsatı büyük bir fedakarlıkla sunduğu için Maksut Bey’e teşekkür ediyorum. Ve bir MCD çalışanı olarak gurur duyuyorum. Bir de bu yazının sonuna bir slogan ekleyelim. MCD ile hep daha iyiye…

Yener ÖZAMAÇ
Gençlik Otobüsü Projesi Genel Sekreteri