Buhranlı geçen bir günün ardından
yine sörf yaparken bu yalancı maskelerini takmışlar memleketinde, like olmaktan
doymuş ruhumu realiteye adapte etme vaktinin gelmiş olduğunu düşünmeye başladım
birden. -Bu arada itirafediyorum.com'a döndü bir anda:)- Bir arayış içindeydim,
mutlak surette düşüncelerimi fiiliyata geçirmeliydim ama nasıl.? Zihnimi
kemiren bu düşünceler bir taraftan bozuk bir radyo gibi çalarken diğer taraftan
fotoğraflarımın like edilmesi, takdir edilmek beni mesrûr ediyordu.
Arayış
içinde olduğum bir gün, fazla sevmediğim lâkin ortak arkadaşlar sebebiyle
facebook’umda ekli olan bir arkadaşın paylaşımı dikkatimi çekti. Gençlik
otobüsüyle alakalı bu paylaşıma dikkat kesilmiştim. Fakat açık söylemek
gerekirse ben de uyandırdı ilk intiba “ TEBRİKLER, SAMSUNG GALAXY S5 KAZANDINIZ
veyahut GREEN KART KAZANDINIZ, TIKLAYIN” ‘dan öteye geçmiyordu.
Kapitalizmin
kanlı tırnaklarını insanlık üzerinde gezdiren canavarların reklam tuzakları ,
artık tiksinti vermeye başladığı için her şeye şüpheyle yaklaşmamız mâkul
görülmeliydi. Tatil ayağına 300 liraya 3 gece 4 gün Antalya’ya öğrenci taşıyan
turizm şirketlerinin reklam afişleriyle dolu kantinde umursamaz tavırlarla
çayını-kahvesini yudumlayıp sosyal medyada sörf yapan sünger beyinli olarak
bunları kanıksamam gerekiyordu aslında ama arayış içinde olduğumu hatırlayıp
titredim. Gençliğin başucu eseri olarak kullandığı ekşisözlük başta olmak
üzere, form sayfalarında hızlı ama derin bir araştırma sonrası bu tatilin
realitede var olduğuna ilk önce kendimi inandırmış oldum.
İlk başta, Ekşisözlük’te, elenen yazarların
vaveylasına kapılmadım desem yalan olur. Bunların safsata olduğunu da elemeleri
geçtikten sonra anladım. Gençlik otobüsünde kimseyi tanımıyordum. Torpil söz
konusu değildi, tamamen emeğimle bir yerlere gelmiştim.
İlk
başvurumu yaptım, arenaya katıldım. Cv’sini doldurmak için sertifika toplayan
gençlerin bir araya geldikleri bir organizasyondan farklı olduğunu
düşünmüyordum ki bu düşüncem organizasyon başlayana kadar sürdürebildi
beynimdeki hakimiyetini. Burada binlerce öğrenci vardı ve herkes otobüse
girebilmek için uğraşıyordu. Bunu başarabilmenin insanda uyandırdığı hazzı
düşünmeye başladım. Ben farklıydım ve başarabilirdim. Organizasyona katılan bu
kadar alanında başarılı ve ünlü insanın basit bir olayda yer alamayacaklarını
ve Maksut beyin hatrını kırmayıp bu değerli organizasyonda öğrencilerle bir
arada olmasının olayın ciddiyeti açısından ne kadar önemli olduğunu düşünmeye
başlayınca taşlar tamamen yerine oturdu.
Ve bu yarışı kazanmaya azmettim. İlk
önce video çekilecekti. Video’nun mahiyeti, içeriği, farklı olması konusunda
neler yapılabilir diye düşünmeye başladım. Youtube’a girip esinlenmeyi
düşündüm, yüzlerce video izledim ama bana uygun gelen bir videoya rastlamadım. Daha
sonra tevafuktur ki Avrupa’da yayılmaya başlayan bir akım dikkatimi çekti. Less
ise more yani az daha çoktur. Sadelik teması kafama yattı. Mütevazı evimizin
bir köşesine geçip, aklının tamamını kullanamadığım akıllı telefonuma abime
verdim.
Formatımız şuydu, abim en sevdiği işi yani soru sormayı
gerçekleştirecek ben de onun sorularını cevaplandıracaktım. Abime gençlik
otobüsüyle ilgili bilgiler verdim ve soruları benim görmeyeceğim şekilde
hazırlamasını istedim. Soruları hazırlamıştı, kamerayı açtık. Ben de ne soracak
diye bekliyorum. Kendimi 6-0 yenilip basın açıklaması yapacak san marino teknik
direktörü gibi hissetmeye başladım. Kasmıyordum fakat olacak mı olmayacak mı
diye de düşünmeden edemiyordum. Velhasılı sorular gayet güzel hazırlanmıştı. Bende
bu projeyle ilgili cevaplarımı samimi bir şekilde aktardım. İnternet olmadığı
için evimizde telefonumdan paylaşımı açıp o şekilde laptoptan bağladım ki tam
bir eziyet oldu. Video tam %90 olmuş, bağlantı kopuyor vesaire derken, videoyu
yüklemeyi başardım. Sonra farkettim ki video ters yüklenmiş. J
Videoyu yükledik, beklemeye koyulduk. Sonuçlar
açıklandı mı diye arada kontrol ediyorum. Bir gün bir açtım kazanmışım. Nabız
sayılarımın arttığını hissettim. Tabi doğal olarak ilk abimi aradım. Ankara
etabı için toplantı talebinde bulundum bizim biladere. Minik bir toplantı
yaptık, kalktığımızda umutluyduk. Umutlu derken kupada Tokat sporun
Galatasarayı yeneceğini umut etmesi kadar bir umuttu ama umut vardı.
Düşündüğümüze göre Ankara’ya kazananların hepsi gelemeyecekti iş-güç-sınav-zor
gelme. Bütün bahanelere haiz bir hayaldi tabi.
Ankaraya geldik, beklediğimden
de güzel geçti. Aman Allahım dedim, yoksa başaracak mıyım. Sosyal medyada
tırtıl misali süründüğüm günlerin ruh halini en iyi şekilde anlatan Fuzuli Beyin
“ Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge,
Ne açar kapımı Bad-ı sabâdan gayrı” modundan çıkabilecek miyim.? Elemeleri
geçip geldiğim noktaya bakınca taaccüple karışık bir sevinç nidası beliriyor
içimde.
Çünkü şuan elemeleri geçmiş, Şampiyonlar liginde yarı finale kalmış
düşük bütçeli Anadolu kulübü gibiyim. Takım sevinçli fakat, devler ligi ölüm
grubunda olduğum gerçeğini değiştirmiyor bu sevinç. Ama yılmamak gerek. Ünlü
futbol düşünürü Ertem Şener’in bu konuyla alakalı çok güzel bir özdeyişi var.
Onla nihayet vermek istiyorum yazıma: “HAYDİ
ÇOCUKLAR, NEDEN OLMASIN” J
Abdülhamit Aydın
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder